10 Temmuz 2016 Pazar

Sen aşk nedir bilmezdin
Gülüp geçerdin sevgilere uzaktan
Şimdi geniş bir bahçedir kalbin
Sevgiden, güzellikten, aşktan
Şimdi iri gözlerin arzu dolu
Yakan, özleten bir şey ellerinin sıcaklığı
Gitgide eksiliyor bakışlarında yüzün
Geçen aşksız günlerin bıraktığı
Bir çeşme var aramızda görüyor musun
Tadılmamış hazlar serin sularda
Şimdi bahçende açan bir gül geceler
Şimdi gözlerin en güzel uykularda
Boynun beyaz mı beyaz, çıldırtası, öldüresi
Saçların daha parlak, daha bir kapkara
Her akşam bir ay doğuyor kirpiklerinden
Koşuyor ayakların şafaklardan şafaklara
Artık aşk dolu söylediğin şarkılar
Durmadan bir buğu yükseliyor sesinden
En çılgın sevdalara çağırıyor dudakların
Heder olmuş, uzun yıllar ötesinden
İçkilerin tadı değişti artık
Dünya, o köhne ve eski dünya değil
Sımsıcak bir ekmeği paylaşıyoruz seninle
Bu bir gerçek, hayal değil, rüya değil
Şimdi ümitlerimiz halkaları bir zincirin 
Bir başka haz başlıyor biri bitti mi 
Bana aşkı sen tattırdın, sen öğrettin
Oysa ki sen aşk nedir bilmezdin

Ümit Yaşar Oğuzcan

7 Temmuz 2016 Perşembe

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN - 14'NCÜ MEKTUP

ilk defa göz göze geldiğimiz anı hatırlıyor musun? 

kaçamak bir buluşmasıydı bu gözlerimizin. 
seni istiyordum, biliyordun... bakışların duygulu, 
anlayışlıydı, özlemliydi zaman zaman. 
bakışların bir şarkı söylüyordu hiç bilmediğim. 
seni dinliyordum, bakışlarını dinliyordum. 

dağbaşında apansız karşıma çıkan bir pınardı 
sanki gözlerin. eğilip su içmek istiyordum 
kirpiklerinin arasından. içimde yaktığın ateşi 
söndürmek istiyordum. ama o ateş gitgide 
büyüdü işte! şimdi biraz da sen yan artık, 
benim yanacak yerim kalmadı. 

inanamıyorum, sen var mısın? inanamıyorum 
bir türlü. tuttuğum ellerin mi? öptüğüm 
dudakların mı? kim bilir? belki de yoksun, 
berbir rüyâ görüyorum, biraz sonra 
uyanacağım. herşey ansızın silinecek. 
ne saçların kalacak ortalıkta, ne gözlerin. 
yine kahrecici yalnızlığıma döneceğim. 
biraz daha yıkılmış, biraz daha sensiz. 

o gün ilk defa seni gördüm. düşün, sen 
dünyaya geleliberi kaç yıl geçmiş aradan. 
düşün, ne kadar çok özlemiştim seni. 
öyleyse hiç gitme, ne olur? vereceğin her 
kedere razıyım. acıların en büyüğünü sen 
tattır bana, zehirlerin en şiddetlisini senin 
elinden içeyim. ama gitme ne olur? 

dudaklarım kurumuştu, içim yanıyordu. 
suya hasret, kurumuş bir ot gibiyimdim. 
yağmur olup yağdın üstüme, yaşardim, 
filizlendim. sonra güneş oldun, hayat 
verdin bana, koku verdin, renk verdin. 
şimdi bırakıp gidersen bir daha ve son defa 
yine kuruyacağım, dağılıp toz olacağım 
anlıyor musun? çünkü senden sonra kimse 
gelmeyecek, biliyorum. kimseler çalmayacak 
kapımı. gidersen beni bana mahkûm edeceksin, 
keşke ölsem diyeceğim o zaman, keşke ölsem! 

şimdi sendeyim, seninleyim, seni yaşıyorum. 
beni bana bırakma! 

senden bir parçayım artık, belki de baştanbaşa 
sen oldum farkında değilsin. beni bana bırakma! 

sen olduğun için mutluyum. sen olduğum için de. 
istersen ben olma. hiç benim olma. 
ama bırakma beni ne olur? 
beni, bana bırakma!
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN - 5'NCİ MEKTUP

Ayrılık diye bir şey yok. 

Bu bizim yalanımız. 
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. 
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun? 

Güneş çoktan doğdu. 
Uyanmış olmalısın. 
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? 
Öyleyse ayrılmadık. 
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz. 

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. 
Önce beklemekten. 
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. 
İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. 

Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, 
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini... 
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, 
Kanunlara saygı göstermesini, 
İnsanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. 

Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. 
Ya o? Ya o? 
İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, 
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, 
Saadet bekliyor yaşamaktan. 

Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. 
Aradıklarının çoğunu bulamamış, 
Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak 
Göçüp gidiyor bu dünyadan. 

İşte yaşamak maceramız bu. 
Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak 
Ve yaşayıp beklerken ölmek! 

Özleme bir diyeceğim yok. 
O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. 
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. 
O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. 

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, 
Yaşantımız özlemlerle güzel. 
Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. 
Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. 
Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz. 

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; 
Seni özlediğim içindir. 
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni; 
Seni özlediğim içindir. 
Yaşıyorsam; içimde umut varsa, 
Yine seni özlediğim içindir. 

Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki!
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN - 6'NCI MEKTUP

Bir gün bir yalnızlığa düştüm yine. Başımı 

ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım . 
Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi 'beni iç' 
diye fısıldıyordu, 'beni iç'. Sonra yalvarmaya başladı: 
'Ne olur' dedi 'ne olur haydi iç beni'. 

Bir bardak doldurdum, tepeme diktim . 
Şişe rahatladı, sustu. Hani ellerimiz birbirine 
değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum . 
Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka 
türlü atması vardı yüreklerimizin. Onu hatırladım . 

Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşıkarşıyaydık . 
Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. 
Gözlerim gözlerine soruyordu: 'seviyor musun?' diye. 
Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep 
evet diyordu. Oysa ki, bir çok hayır diyen insan vardı 
çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, 
bir adam ve bir başkası, bir başkası hayır diyordu. 
Hayır'lar arasında ezilmeğe mahkûmdu evet'lerimiz . 

Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu 
ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, 
kadeh kadeh içki içiyordum, fakat bilmiyordum 
ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. 
Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. 
Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp 
gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? 
Belki çok yakındı kimbilir. Biz onu 
göremiyecektik. O, gözlerimizi kör ettikten sonra 
saracaktı bizi buz gibi kollarıyla. 

Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. 
Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk 
kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar 
gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu. 

Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk . 
Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. 
Ellerini tuttum, titredin. Acı acı bir düdük öttü. 
Bir şeyler koptu içimizden. 

Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı. 
Şimdi, o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum .