1 Ekim 2016 Cumartesi

Onca zamanının boşa gitmesine bu kadar hazırlığa bunca makjaya luzum var mı? Güzelliğini gizleme.. Zaman yok uyanır uyanmaz çık gel de bakışlarınla anlamlansın sabahlar yüzünle aydınlansın karanlıklıklar. M.A

30 Eylül 2016 Cuma

Ümit Yaşar Oğuzcan - Sahibini Arayan Mektuplar - Karışık Kısa
Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni.
ayaklarını afrika'dan getirip bir kâğıt üzerine
yapıştırmalıyım, saçların sibirya'da bir mabudun
gözleri olmalı, ellerin italya'da bir heykelin elleri.
bulsam da seni parça parça bulmalıyım.
yine de bir yerin eksik kalmalı.
yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım.
ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim.
boş inançlarımız mıydı çaresizliği yaratan? o bizim eserimiz miydi? öyleyse neden bizden büyüktü, güçlüydü? bunca yıl neyi aramış, kimi özlemiştim? madem ki benim olmayacaktın, neden seni karşıma çıkardılar? kim yaptı bunu? bu kötülükler kimin eseri? tanrının işi yok da bizi mi görsün? öyleyse kime inanacağız? o kitaplar ki sabırdan bahsediyor. ama ne kadar? nereye kadar? o dinler ki duadan bahsediyor. kime, niçin ve ne zaman? o peygamberler hiç sevmediler mi? ben sana inanıyorum kitaplara değil. ben seni istiyorum. dua değil. sabır değil.
Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. önce beklemekten. ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. ikisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini..zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, kanunlara saygı göstermesini, insanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlun.
Sonra bir tren hareket etti. sabahtı. karşı karşıyaydık. konuşuyorduk. ben sevmek diyordum durmadan. gözlerim gözlerine soruyordu. ( seviyor musun? ) diye. hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu.
Oysa ne çok hayır diyen insanlar vardı çevremizde. örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam, bir başkası hayır diyordu. hayırlar arasında ezilmeye mahkumdu evetlerimiz.
tren ilerliyordu. gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum; fakat bilmiyordum ben de ne olacağını.
burası büyük şehir, günahkar şehri, o vurdumduymaz, o deli dolu şehir. ben bu şehirde sensiz yaşayamam. bir gün kanıma girer şu kalabalık, şu caddeler, şu tıklım tıklım gazinolar. burası şarkılar şehri, resim gibi kadınlar, kadın gibi erkekler şehri. ben bu şehirde yaşayamam.
dün bir şiir daha yazdım senin için.
önce tuttum karşıma oturttum seni,
konuşturdum, güldürdüm, ağlattım.
her halin hoşuma gidiyordu.
kadındın, ama önce insandın.
güzeldin, ama önce iyiydin.
elbette seni yazacaktım, senin için yazacaktım.
bana ( çok yazıyorsun ) diyorlar.
bir insana ( sen çok yaşıyorsun, öl artık ) denir mi?
Artık aldanmak istemiyorum. beni sevgilerinin ölümsüzlüğüne inandır, korkulardan, şüphelerden kurtar. hiç aldanmamışların o engin iç rahatlığına hasretim
Bana < gel > dediğin an; mesafeler de anlamını kaybetmeli. Yolları dakikalarla, günleri kilometrelerle ölçmeliyiz. Beraberliğimiz, bütünlüğümüz hiç bitmemeli. O hiç sönmeyen dostluk ateşinin çevresinde hep böyle elele, dizdize olalım. Ne yağmur söndürmeli o ateşi ne rüzgar. Yüreklerimiz hep böyle ışıl ışıl olmalı alevlerinde.
Soruyorum, susuyorsun. Ben sükutun bu kadar anlamlı olduğunu bilmezdim. Bütün sorularımın cevabını bir bakışla veriyorsun, kah bir gülüşle. Zaman zaman gözlerinin içinde eriyip kaybolduğumu hissediyorum.
"Duyarlarsa" diyorsun. Duysunlar ne çıkar? Seven insanın bir suçlu gibi ezik olması neden? Sevmek ve sevilmek hakkımızı kullanıyorsak bundan kime ne? insan olarak aşktan başka övünecek neyimiz kaldı? Erdem yalan söylemek mi? Hırsızlık etmek mi? Katil olmak mı ? Yoksa esirleri fırınlarda yakmak mı erdem? Bir milletin gençliğini savaş meydanlarında yok etmek mi? Yalnız sofular mı erdemli bu dünyada? Çıkarını düşünenler mi namuslu? Aşka saygı duymayanlar utansın yaşadıklarına, sevenler değil.
Dün evinin önünden geçtim. Perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. Kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. Kimbilir odalar, eşyalar ne haldeydi sensiz. Her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? Ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? Baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı. Sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini. Nerdesin?
Seni kıskanıyorum. içimde gururdan eser yok artık. Kıskançlığımın başladığı yerde yüreğim tertemiz oldu, aydınlandı, pırl pırıl şimdi. Gururum, zaman zaman benliğimi saran kendimi beğenmişliğim, güvenim ve inançlarım; hep seninle yaptığım savaşta yenildiler. Bir kıskançlık hissi kaldı içimde dipdiri ve her zamankinden daha güçlü. Kazandığın savaş onu da yenebildiğin anda bir zafer olacak, ancak o zaman " kazandım" diyeceksin. Fakat ben o duygunun, bende fethedemediği o son kalenin asla düşmeyeceğine inanıyorum.
Bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yakıyorum. Küllerini sana göndereceğim. işte! Hepsi önümde duruyor. Şu resim çekilirken karşında ben vardım, hatırladın mı? Üzerini < Seni daima seveceğim > diyerek imzalamışsın. Bu seni en çok anlatan resimdi biliyorum. Bana en yakın olduğun resimdi... Karşında ben vardım, gözlerin gözlerimdeydi... için benimle doluydu, bakışların gibi.

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Sabah erken uyananlar genelde aşkın yolundadır sonu mutlu mutsuz aramazlar o yolculuk onlar için aşktır. M.A
Ayağını yorganına göre uzatmayan kadınlar, topuklu ile uzamaya çalışınca gülünç olurlar. M.A

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Şiir'i bir kadın yazınca yani azınlıklardan doğunca güneş çok tatlı oluyor.. ''Şair'iye'' Feride Ömür'e Aşkla ömürler diliyorum..
Sana
Ölümden bahsetmeliyim durmadan
Bir gün toprak olup yok olacağından 
Söz açmalıyım
Gözlerindeki pırıltının
Bir gün biteceğini anlatmalıyım
Sen susmalısın
Yaşantının anlamsızlığını
Doldurmalıyım yüreğine
Yılların nankörlüğünü
Aynalar söylemeli
Ben tekrarlamalıyım
Sen susmalısın
Güzelliğinin sahteliğini
İnancın boşluğunu sabrın acısını
Arzunun sonsuzluğunu
Gözlerimden anlamalısın
Bende
Umursamazlık görmelisin
Tüm dertleri bir yana yığıp
Vermelisin ateşe
Onlarla yanmalısın
Benim için üzülmelisin
Duyuşlar dudaklarında kalmalı
Susmalısın
Mevsimlerin sen olduğunu
Yüzündeki sonbaharı
Saçlarındaki kar'ı
İçindeki yazı göremezsin
Ben göstermeliyim sana
Yorulmuşluğu yıkılmışlığı
Sonuna dek duymalısın
Ben duyurmalıyım sana
Duysan da anlasan da
Sen susmalısın
Bir devirdir dönmeli böylece
Tekrarlamalı hissetmeli
Ellerin dertlerini dökmeli
Hislerini yazmalısın
Ezmelisin onları
Sana insan olduğunu
Öleceğini söylemeliyim
Gülmelisin gülmelisin de
Susmalısın
Delirmeliyim apansız
Bitmeliyim bu sessizlikte
Sen yine
Susmalısın...
Feride Ömür

10 Temmuz 2016 Pazar

Sen aşk nedir bilmezdin
Gülüp geçerdin sevgilere uzaktan
Şimdi geniş bir bahçedir kalbin
Sevgiden, güzellikten, aşktan
Şimdi iri gözlerin arzu dolu
Yakan, özleten bir şey ellerinin sıcaklığı
Gitgide eksiliyor bakışlarında yüzün
Geçen aşksız günlerin bıraktığı
Bir çeşme var aramızda görüyor musun
Tadılmamış hazlar serin sularda
Şimdi bahçende açan bir gül geceler
Şimdi gözlerin en güzel uykularda
Boynun beyaz mı beyaz, çıldırtası, öldüresi
Saçların daha parlak, daha bir kapkara
Her akşam bir ay doğuyor kirpiklerinden
Koşuyor ayakların şafaklardan şafaklara
Artık aşk dolu söylediğin şarkılar
Durmadan bir buğu yükseliyor sesinden
En çılgın sevdalara çağırıyor dudakların
Heder olmuş, uzun yıllar ötesinden
İçkilerin tadı değişti artık
Dünya, o köhne ve eski dünya değil
Sımsıcak bir ekmeği paylaşıyoruz seninle
Bu bir gerçek, hayal değil, rüya değil
Şimdi ümitlerimiz halkaları bir zincirin 
Bir başka haz başlıyor biri bitti mi 
Bana aşkı sen tattırdın, sen öğrettin
Oysa ki sen aşk nedir bilmezdin

Ümit Yaşar Oğuzcan

7 Temmuz 2016 Perşembe

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN - 14'NCÜ MEKTUP

ilk defa göz göze geldiğimiz anı hatırlıyor musun? 

kaçamak bir buluşmasıydı bu gözlerimizin. 
seni istiyordum, biliyordun... bakışların duygulu, 
anlayışlıydı, özlemliydi zaman zaman. 
bakışların bir şarkı söylüyordu hiç bilmediğim. 
seni dinliyordum, bakışlarını dinliyordum. 

dağbaşında apansız karşıma çıkan bir pınardı 
sanki gözlerin. eğilip su içmek istiyordum 
kirpiklerinin arasından. içimde yaktığın ateşi 
söndürmek istiyordum. ama o ateş gitgide 
büyüdü işte! şimdi biraz da sen yan artık, 
benim yanacak yerim kalmadı. 

inanamıyorum, sen var mısın? inanamıyorum 
bir türlü. tuttuğum ellerin mi? öptüğüm 
dudakların mı? kim bilir? belki de yoksun, 
berbir rüyâ görüyorum, biraz sonra 
uyanacağım. herşey ansızın silinecek. 
ne saçların kalacak ortalıkta, ne gözlerin. 
yine kahrecici yalnızlığıma döneceğim. 
biraz daha yıkılmış, biraz daha sensiz. 

o gün ilk defa seni gördüm. düşün, sen 
dünyaya geleliberi kaç yıl geçmiş aradan. 
düşün, ne kadar çok özlemiştim seni. 
öyleyse hiç gitme, ne olur? vereceğin her 
kedere razıyım. acıların en büyüğünü sen 
tattır bana, zehirlerin en şiddetlisini senin 
elinden içeyim. ama gitme ne olur? 

dudaklarım kurumuştu, içim yanıyordu. 
suya hasret, kurumuş bir ot gibiyimdim. 
yağmur olup yağdın üstüme, yaşardim, 
filizlendim. sonra güneş oldun, hayat 
verdin bana, koku verdin, renk verdin. 
şimdi bırakıp gidersen bir daha ve son defa 
yine kuruyacağım, dağılıp toz olacağım 
anlıyor musun? çünkü senden sonra kimse 
gelmeyecek, biliyorum. kimseler çalmayacak 
kapımı. gidersen beni bana mahkûm edeceksin, 
keşke ölsem diyeceğim o zaman, keşke ölsem! 

şimdi sendeyim, seninleyim, seni yaşıyorum. 
beni bana bırakma! 

senden bir parçayım artık, belki de baştanbaşa 
sen oldum farkında değilsin. beni bana bırakma! 

sen olduğun için mutluyum. sen olduğum için de. 
istersen ben olma. hiç benim olma. 
ama bırakma beni ne olur? 
beni, bana bırakma!
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN - 5'NCİ MEKTUP

Ayrılık diye bir şey yok. 

Bu bizim yalanımız. 
Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. 
Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun? 

Güneş çoktan doğdu. 
Uyanmış olmalısın. 
Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? 
Öyleyse ayrılmadık. 
Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz. 

Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. 
Önce beklemekten. 
Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. 
İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın. 

Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, 
Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini... 
Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, 
Kanunlara saygı göstermesini, 
İnsanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. 

Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. 
Ya o? Ya o? 
İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, 
Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, 
Saadet bekliyor yaşamaktan. 

Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. 
Aradıklarının çoğunu bulamamış, 
Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak 
Göçüp gidiyor bu dünyadan. 

İşte yaşamak maceramız bu. 
Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak 
Ve yaşayıp beklerken ölmek! 

Özleme bir diyeceğim yok. 
O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. 
O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. 
O tek güzel yönü bekleyişlerimizin. 

İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, 
Yaşantımız özlemlerle güzel. 
Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. 
Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. 
Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz. 

Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; 
Seni özlediğim içindir. 
Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni; 
Seni özlediğim içindir. 
Yaşıyorsam; içimde umut varsa, 
Yine seni özlediğim içindir. 

Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki!
ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN - 6'NCI MEKTUP

Bir gün bir yalnızlığa düştüm yine. Başımı 

ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım . 
Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi 'beni iç' 
diye fısıldıyordu, 'beni iç'. Sonra yalvarmaya başladı: 
'Ne olur' dedi 'ne olur haydi iç beni'. 

Bir bardak doldurdum, tepeme diktim . 
Şişe rahatladı, sustu. Hani ellerimiz birbirine 
değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum . 
Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka 
türlü atması vardı yüreklerimizin. Onu hatırladım . 

Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşıkarşıyaydık . 
Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. 
Gözlerim gözlerine soruyordu: 'seviyor musun?' diye. 
Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep 
evet diyordu. Oysa ki, bir çok hayır diyen insan vardı 
çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, 
bir adam ve bir başkası, bir başkası hayır diyordu. 
Hayır'lar arasında ezilmeğe mahkûmdu evet'lerimiz . 

Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu 
ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, 
kadeh kadeh içki içiyordum, fakat bilmiyordum 
ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. 
Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. 
Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp 
gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? 
Belki çok yakındı kimbilir. Biz onu 
göremiyecektik. O, gözlerimizi kör ettikten sonra 
saracaktı bizi buz gibi kollarıyla. 

Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. 
Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk 
kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar 
gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu. 

Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk . 
Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. 
Ellerini tuttum, titredin. Acı acı bir düdük öttü. 
Bir şeyler koptu içimizden. 

Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı. 
Şimdi, o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum . 

22 Mayıs 2016 Pazar

20. MEKTUP - SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN
Nerdesin? Günler var ki beni aramadın, yazmadın. Senden gelecek bir mektubu bekledim boşuna. Önceleri içim umutla dolu, postacının kapımı çalmasını bekledim. Satırlarınla aydınlanmasını bekledim bu karanlığın. Saatler saatleri, günler günleri kovaladı. Gitgide büyüdü verdiğin yalnızlık, yüreğim kahırla doldu. Ümit etmenin mutlu heyecanları, yerini tarifsiz bir hüzne bıraktı. Kocaman, kalabalık bir şehirde yapayalnız kaldım işte. Nerdesin?
Beni unuttun demiyeceğim. unutmadığını biliyorum.Ama düşün ki, benden uzaklaştığın her kilometre, sana olan sevgimi bir kat daha arttırdı. Senden başka bir şey düşünemez oldum. Geri döndüğün zaman , eminim şaşıracaksın. Böylesine mesafelerle büyüyen, zamanla derinleşen bir aşkın karşısında olmak kimbilir ne kadar değiştirecek seni.. Yüzünde pembelerin en güzeli, gözlerinde ışıkların en parlağı ile sevilmenin çok çok sevilmenin hazzını yudum yudum içeceksin. Sevilen bir kadının mutluluğunu seyredeceğim sende. Sevdiğim kadının ölümsüzlüğünü yaşayacağım.. Nerdesin?
Dün evinin önünden geçtim. Perdelerin kapalıydı, dolu doluydu gözleri pencerelerin. Kapın sanki bir daha hiç açılmayacak gibi kapanmıştı sokağın yüzüne. Kimbilir odalar, eşyalar ne haldeydi sensiz. Her dakika ayaklarının güzelliğiyle mest olan halılar ne yapıyordu şimdi? Ya kokuna ve sıcaklığına alışmış yatağın ne haldeydi? Baktım sen yoktun, duvarlar kararmıştı. Sokağından yaşayan bir ölü gibi geçtim ve bir hüzün anıtı halinde bıraktım evini. Nerdesin?
Meğer ne doldurulmaz bir derinlikmiş yokluğun. Kaderde bu sensizlik de varmış. Her insanın yüzünde sana benzeyen bir şey aramak da varmış. Sesini duymak varmış şarkılarda. bütün kitaplarda seni okumak varmış. Meğer ne dayanılmaz bir şeymiş yokluğun. Kağıtlara seni yazmak varmış, renk renk düşünmek varmış seni, çiçek çiçek koklamak varmış. Artık hiç yazmasan da olur hiç gelmesen de.. Meğer ne türlü bir ölümmüş yokluğun.
Bir daha nerdesin demiyeceğim. Bendesin artık. Dudaklarımın değdiği kadehlerdesin. Serin yağmurlar getiren bulutlardasın. Kah denizlerdesin, kah rüzgarlardasın. Uzaktasın ama yine bu şehirdesin.
Gittiğine inanmıyorum. Gel demiyeceğim.
25. MEKTUP - SAHİBİNİ ARAYAN MEKTUPLAR - ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

bugün bendeki resimlerini ve mektuplarını yakıyorum. küllerini sana göndereceğim. 

işte! hepsi önümde duruyor. şu resim çekilirken karşında ben vardım, hatırladın mı? üzerini < seni daima seveceğim > diyerek imzalamışsın. bu seni en çok anlatan resimdi biliyorum. bana en yakın olduğun resimdi... karşında ben vardım, gözlerin gözlerimdeydi... için benimle doluydu, bakışların gibi. önce bu resmini yakacağım, bu en çok sen olan resmini. sonra da diğerlerini yakacağım. hepsi birer birer kıvrılıp kül olacak sonunda. 

ya mektupların? her birini çok çok öptüğüm mektupların... satır satır içimde çakılı duran mektupların. onlar da yanacak. senden madde olan hiçbir şey kalmasın bende, istemiyorum. içimde bıraktığın eziklik yeter artık. artık seninle değil, verdiğin acılarla avunacağım. seni bütün arzuların üzerinde, bütün özlemlerin ötesinde seveceğim artık. sensiz bir dünya yaratacağım senden. dünya duracak ama sen durmayacaksın. zaman bitecek, ama sen bitmeyeceksin. bir gün bütün çiçekleri solacak bahçelerin, yıldızlar ışık vermeyecek, güneş doğmayacak hiç. ama sen solmayacaksın, sen eksilmeyeceksin. seni maddenin dışına çıkarıyorum. ölümsüzlüğün kapılarını açıyorum sana.. anlamıyor musun? 

daha düne kadar her yerini ayrı ayrı seviyordum. ellerini tuttuğum zamanlar ürperirdim, başım dönerdi gözlerine bakınca. dudakların her öpüşte yeniden dünyaya getirirdi beni. al işte, hepsini sana bırakıyorum. güzelliğin de senin olsun dişiliğin de.. göreceksin, bir gün her yerin şu mektuplar, şu resimler gibi kül olup dağılacak. bir tel bile kalmayacak saçlarından. niceleri gibi sen de göçüp gideceksin bir gün.. önce güzeliğin terk edecek seni. ellerin buruşacak, belin bükülecek, ak pak olacak saçların. boş bir çuvala döneceksin. gözlerinde o vahşi pırıltı kalmayacak, bütün ateşi sönecek dudaklarının...ama ben o halinle bile seni terketmeyeceğim. çünkü benim içimde hep bugünkü gibi kalacaksın. taptaze, sımsıcak ve korkunç güzel! yalnız benim gözlerimde bir manası olacak bakışlarının. ben yok olduğum zaman da satırlarımda yaşayacaksın. hiç ihtiyarlamadan, hiç değişmeden, hiç tükenmeden... adım adınla anılacak, adın adımla.. 

mektuplarınla resimlerini yakacak gücü kendimde bulamasam, o zaman da kendimi yakardım. şu herkeste seni gören gözlerimi, şu her yerde sana koşan ayaklarımı ve şu her zaman sana yazan ellerimi yakardım. tenimden yükselen alevler ta allaha kadar uzanır, ona çaresizliğimi anlatırdı. seni güçsüz, zayıf bir insan tarafından sevilmenin hayal kırıklığına uğratmamak için, şimdi benim yerime, senden kalanları yakacağım. ben yaşadıkça, varlığım bütün çaresizliklere meydan okuyacak. unutma; seni sevdiğim için ölebilirdim, seni sevdiğim için yaşayacağım. biraz sonra mektuplarınla resimlerni tutuşturacak bir kibrit çöpü gibi çekiliyorum hayatından. her şeyiyle onu sana bırakıyorum. hayatın senin olsun. istersen hayatım da.. ama sen kendinin bile olamayacaksın artık. ben yaşadıkca, adım söylendikçe... 

seni bensizliğe ve kendimi sana mahkum ediyorum..

istanbul, haziran- eylül 1962

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Mutlu olan onlar diye sen mutlu olduğunu sanıyorsun aslında sen mutlu felan değilsin anlasana gerçekler kimseyi bir arada tutmuyor kalabalıklar koca bir yalan.. M.A

13 Mayıs 2016 Cuma

10 Nisan 2016 Pazar

Ben sersemin biriyim,
Oturmuş senin için aşk siirleri yazıyorum.
Ellerinin beyazlığından,
Gözlerinin güzelliğinden bahsediyorum.
Oysa ki sen bir ettir, ekmektir tutturmuşşun,
gözün dünyayı görmüyor.
Al bu şiiri, götür sat,
para ederse
bir ekmek, yarım kilo pirzola al,
otur zıkkımlan...

Ümit Yaşar Oğuzcan
Her aşık her gün ölümü tadacaktır. Her kalpsiz gün güne sürünürken. M.A
Hava güzel insanlar soğuk, hava soğuk insanlar kayıp, yataklar sıcak sabahlar soğuk, gözler aç yemekler soğuk.. M.A

8 Nisan 2016 Cuma

Erkek çirkin ise, kadın güzel. Erkek özelse, kadın çirkin. M.A
Kadın dediğin nazarlık
Gönül dediğin mezarlık
Evlilikse pazarlık
Yıllar yılı aşk dediğin
İşgüzarlık efendim işgüzarlık

Ümit Yaşar OĞUZCAN

14 Mart 2016 Pazartesi

Nemli sabahı sana taşıdım
Islaklığıyla ilk yazın arzularını
Ve senin üstüne doldum doğan güneşle
Oysa dünya hoşgörünün ellerinde yaratıldı,
Kaç defa gözyaşlarım güvenle döküldü ellerine,
Yaram kaç defa sulandı kaç defa heyecanla koştum sana
Uygun bir günde ulaştım sana kaç defa benliğimi
Ve bedenimi üstüne bırakarak isyanımla temizleyerek  kutsallığını
Senin bir gül oluşundan değil serabım renklerin gölgesinde büyüdüğü için
Yüzünü bahara yaymadım
Ve ayın güzelliğini rivayetle söyledim
Serabında gezgin, hangi yüz
Kokundan esmeden seni görebilirdi?
İşte, bu garip dunyaya yayıldı kokun
Rüzgardan rüzgara taşındı
Koynundaki yuvaya batarak
Dönen her sabahla içinde tomurcuklandı...
Ağzının dışında şimdi azabın bakışını işler hava Bütün gün yüzünde toplanır Sevgilim sesini duyuyorum o benim emanetim Olan, kuzey rüzgarlarına azıcık benzeyen Yollarımda aşk gençliğine döner Ruhunu tutacak ellerini ver bana Onda yaşayacak koynunu Son bir defa daha adımla çağır sonsuza Yanıtı kucaklasın nidanı Bana, sesinle ateşlerle yanacaksın, diyen ve küle döneceksin Onurun gibi aşkla yanarak.

13 Mart 2016 Pazar

Ne kadar dönüp dolaşsam, yine de
Hep o çıkmaz sokaktayım çaresiz
Bir umut kırıntısı gözlerimde
Yürüyorum durmadan, dalgın, sessiz

Sokak o sokak, bense ben değilim
Sanki bin yıllar geçmiş aradan
Boşlukta bir şeyler arıyor elim
Belki de mahşere dek bulunmayan

Yitirdiğim neydi, aradığım ne
Çöken ne yüreğime kurşun gibi
Tanrım! ben mi değiştim söylesene
Yoksa bende zamanlar mı eskidi

Bir yerlere varmadan, nasıl böyle
Hiç durmadan akıp gidiyor günler
Yaşam diye verdiğin bu mu söyle
O mu sırtıma sapladığın hançer

Bir çıkmaz sokağın sonunda, işte
Suskun ve tek başına seninleyim
Fanilikten ölmezliğe geçişte
Bilmiyorum, söyle bana, ben neyim

Sevdimse; verdiğin yürekle sevdim
Sen açtın bu ufku karşımda sonsuz
Yürüdüm bir yolun sonuna geldim
Yıkık, üzgün ve paramparça onsuz

Ölüm buysa, Tanrım buysa yaşamak
Sil alnımdan yazdığın bu yazgıyı
Ya bir yere çıksın artık bu sokak
Ya da öldür içimdeki Tanrıyı!..

Ümit Yaşar Oğuzcan 
Bir gün demek ne kadar hazin 
Anılarla dolu geçen yıllara!... 
Bakıp da ardında kalan yollara; 
Geri dönememek tek bir an için! 

Büyüttüğün artık umutlar değil, 
Şimdi tek gerçek var; çaresizliğin. 
Bak! Fırçan kırılmış, bomboş tuvalin 
Ne biraz renk kalmış, ne de bir şekil 

Silinmiş o portre, göremezsin ki! 
Daha yakından bak dilersen, eğil; 
Hani o maviler? Hani o şekil? 
Uçup gitmiş mi ne? Hani o sevgi? 

Nerde o dostluklar? Güzel yalanlar? 
Bu kalp neden değil eskisi gibi? 
Bir başka dünyada bulursun belki, 
Geçer de aradan nice zamanlar... 

O yer umutların söndüğü yerdir, 
O yerde zavallı bütün insanlar! 
Şairler, bilginler ve kahramanlar 
O yerden hüzünle geçtiler bir bir 

Arındılar sahte, yalan ne varsa 
Sonunda denize ulaştı nehir; 
Ne bir beste kaldı, artık ne şiir! 
Bitti aldanışlar, bitti her tasa... 

Nice sevenleri aldı o deniz; 
Yine uygulandı en eski yasa; 
Uzak bir sevgilden her ne kalmışsa; 
Unutuldu. Ve duruldu kalbimiz. 

Yıllar geçti... Neden sonra anladık: 
Yüce olan, bağışlayan tek biziz! 
Her kadehte kalan tortu sevgimiz, 
Her yerde o güneş, hep o aydınlık...

Ümit Yaşar Oğuzcan

12 Mart 2016 Cumartesi

Yürü ki el ele yürümeyi öğren, sonra koş yorulmayı öğren, aşık ol ki sevgiyi öğren, öl ki yaşamayı, yaşarken de ölmeyi unutmamayı öğren.. M.A

6 Mart 2016 Pazar

"Eğer insanları, düşündüklerine inandırırsanız, sizi severler. Gerçekten düşündürürseniz ise, sizden nefret ederler.'' Don Marquis

3 Mart 2016 Perşembe

"İnsanlar umutlarına göre söz verip korkularına göre hareket ederler."
F. Rochefoucauld

28 Şubat 2016 Pazar

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.
O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.
Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular yoktur.
Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.
İnsan bir başka ışığa teslim olur…
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil,
içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.
Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.
Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan’da Ganj Nehri’nin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de…
Newyork’ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının
çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir
sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de…
Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan…
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri,
o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye…
Aşk çok eski bir şeydir sevgili.
Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da…
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.
Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,
hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya…
İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.
Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır…
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı.
İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde
yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.
Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara…
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi…
İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda
umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,
kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının
korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu…
Birazdan sabah olacak…
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak…
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım…
Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek…
Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak…
Aşkta yarın yoktur sevgili…

Cezmi Ersöz

27 Şubat 2016 Cumartesi

El ele yürümeyi kimse sevmiyor koşanı yakalamaya çalışıyor yorulan kendisi oluyor kişi bunu sonra anlasa da fayda etmiyor.. M.A
Yüzü makyajdan ibaret olan kadınların hepsi aynı anlamı taşır biri birinden farklı değildir. Sabah uyandığında doğal haliyle herşeye rağmen gülüşü olan kadınlar onlar işte hepsinden başkadır ama tektir. M.A
“Ben aşkı yaşamıyorum, onu arıyorum. Bulduğum zaman gerçek bir aşk şairi olabilirim.”

Ümit Yaşar Oğuzcan
Ölürsem şaşırma
Ölebilirim
Ölürsem ağlama
Yine gelirim
Ölürsem seslenme
Uyuyacağım
Ölürsem üzülme
Yaşayacağım
Ölürsem bekleme
Geri dönemem
Ölürsem ölme
Sensiz edemem
Ümit Yaşar Oğuzcan
Sende bir sen yaşar ki o sen değilsin
Senden uzak o kadar ki o sen değilsin
Seni senden başka bir ben bilirim
Bilmediğim bir sen var ki o sen değilsin.
Ümit Yaşar Oğuzcan
Küçük yaşta olgunluk görüntüsü veren kadınlar beyin olarak hep çocuk kalırlar.. M.A

24 Şubat 2016 Çarşamba

Bu güzellik sana da
Kalacak sanma güzel
Gördüğün suret değil
Aslında ayna güzel

Ölüm ömrün bedeli
Sevmeli sevilmeli
Yaşamak en güzeli
Zannetme dünya güzel

Yollar yokuş, düz değil
Çaba gerek söz değil
Güzel olan göz değil
Gözdeki mana güzel

Yak içindeki ateşi
İster er, ister dişi
Susmak korkağın işi
Bu çağda kavga güzel

İnsan bir kere yansa
İnansa, hep aldansa
Aşksız yaşamaktansa
Ölümler daha güzel

Beklerken bizi toprak
Hüner uyanık kalmak
Bilmez de uyur ahmak
Sanır ki rüya güzel

İnsanlar hep yanılmış
Cüceler dev sanılmış
Oysaki inanılmış
Her büyük dava güzel

Cihanda asıl servet
Bitmeyen bir muhabbet
Kötüye kinle nefret
Aşığa sevda güzel

Seveni bir söz yıkar
Kişi çirkinden bıkar
Yıllar geçsin, ne çıkar
Güzel daima güzel

Ümit Yaşar Oğuzcan

20 Şubat 2016 Cumartesi

Hayatında şair yoksa ve şiir olmamışsa bir insan, tüm şarkıcılara hayranlık duyar, olur olmadık şarkılar dinleyip mutlu olduğunu sanar.M.A

15 Şubat 2016 Pazartesi

"Şarapta bilgelik vardır, birada özgürlük,  suda ise bakteri" Benjamin Franklin
Sen sınırlarını öğretmeye çalışırken aramıza çin seddini
inşa edip, gittiğin yolların asfalt çizgisini s..... İncinen
yerini dilediğinin kucağında ıslat. Ben seni sevmeye ne
zaman başladım. mevsim neydi, adım neydi. üşüyor
muydum terliyor muydum. üzerimde ne vardı. ağzımı kaç
kere küfür etmek için açtım, hiç hatırlamıyorum. ama
sanki, diş macunu yutmak gibiydi biraz. elimde olmadandı.
birdenbireydi. bir sokağın başında aniden durduğumda
sonunu gördüğüm için öldüğüm, gibiydi. Herneyse. Ki, ben
göz göze geliriz de belki sevilmek için yanıma gelir diye
bakıp durduğum kediler bile kendilerini hiç sevmeyecek
masaların kenarlarından ayrılmıyor. seni suçlayamıyorum.
elimdeki avucumdaki gidince üstümü başımızı yırtmayı yere
yığılmak sandım. tamam kimsesiz, ortada ama hala
ayaktayım..  M.A

8 Şubat 2016 Pazartesi

Yıkılmak,ezilmek her gün biraz daha
Dostlar değişiyor aldanmalar değil,
Aksimizden eser yok şimdi o sularda
Çirkin olan biziz aynalar değil...
Şerefsiz ellerin şerefe kaldırdıkları
Şişeler,kadehler o cam kırıkları
Götürün,götürün bu aydınlıkları
İçimde güz başladı ilkbahar değil,
Ne bir anlayışlı el,ne bir dost bakış
Biraz ümit,biraz hayal sonra aldanış
En güvendiğimiz tepelere kar yağmış
Deniz o deniz değil,dağlar o dağlar değil...
Ümit Yaşar Oğuzcan
Dün kopan bir yapraktı,düşen bir kuru daldı
Bugünden güzel değil bulacağın yarında
Aç ellerini bir bak yanan avuçlarında
Dün gitmiş yarın yok bize bir bugün kaldı
Bir bugün kaldı bize birlikte yaşanacak
Bir bugün öyle güzel ve dopdolu özlemli
Dalından yeni kopmuş tomurcuk güller gibi
Bir bugün herşeyiyle taptaze ve sımsıcak
Ümit Yaşar Oğuzcan
Olgun bir kadın en az 35'lik içilir, eğer senden bir gün giderse arkasından en az 50'lik içilir şişe kırılır.. 70'liğe ömür yetmeyebilir.. M.A

3 Şubat 2016 Çarşamba

Bir kadın çiçektir, çiçek bahçesi değil.. Dikeniyle iki eli kanatmalı, ayaklar altında kalmamalıdır.. M.A

2 Şubat 2016 Salı

Herkesin gözü gökyüzünde olursa deniz kenarları ne olacak ? Mutluluğun rengi maviyse denizin kokusuna yakın olun derim.. M.A

31 Ocak 2016 Pazar

Akdeniz gülüşlü bir çocuk, olsaydın 
ağzının kıyısında uçarılıklar biriktiren. 
yüzünde binbir haylazlıkla sevseydin beni, 
yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime. 
dokundukça portakal çiçekleri dökerdi, 
sevilmekten ürpertili dingin gövden 
ah çocuk ah kadın ah sevgili 
sözlerin aşkı anımsatsa da, 
gülüşünde onmaz acılar gizli.

Ümit Yaşar Oğuzcan

29 Ocak 2016 Cuma

Her gün başka oyunlar oynanıyor yeryüzünde
Yıllardır afişte kalan bizim oyunumuz
Sen bütün güzelliğinle her gece sahnedesin
Dekor durmadan değişiyor
Ama hep aynı müzik
Grieg'in o ünlü konçertosu
Denizin açılıp açılıp vurması kıyılara
Suyun damlaması mermere ağır ağır
Rüzgarların esmesi dağ başında
Kuyuya düşen bir taşın yankısı
Ya da
Bir mum alevinin o tiz sesi
Hep kulaklarımda
Seni görebildiğim kadar duyuyorum
Haydi oyna haydi konuş
Bu oyunun tek seyircisi benim
Avuçlarım kanayıncaya kadar seni alkışlıyorum

Her parmağına bir övgü yazsam yetmez
Güzelliğini anlatmaya ömrüm kafi değil
Sen aynaya bakınca bir başkasını görürsün
Belki biraz sana benzeyen
Belki yer yer seni hatırlatan birisini görürsün
Sana bakarak bir başka kadın boyanır
Bir başka kadın tarar saçlarını karşında
Sen güldükçe güler
Ağlar sen ağladıkça aldatır seni
Oysa ki benim bütün aynalarımda sen varsın
Güzelliğini yalnız ben görebilirim dünyada
Yalnız ben bilirim gözlerinin rengini
Yalnız ben
Ve seni yaratan Tanrıya inat
Her sabah seni ben yaratırım yeniden

Benden yapamayacağım bir şey iste
Yapamayacağım sandığın bir şey
Hani masallarda Kaf Dağı'nın ardında bir dev vardır
Dilersen onun gözlerini çıkarıp getireyim sana
Hani aşılmaz dağlar denizler vardır
Sen istersen aşılır
Gücüm oynatır dünyayı yerinden
İste
Kutuplardan sana kar getireyim
Dilersen Gobi Çölü'nden bir avuç kum
Düşün düşün de söyle bana
Sevgimin yüceliğini bilesin istiyorum

Ümit Yaşar Oğuzcan